DEPREMİ DEĞİL AMA AFETİ ÖNLEMEK MÜMKÜN-YILMAZ PARLAR HABERİ
SİYASET EKONOMİ TURİZM BİLİŞİM EMLAK OTOMOTİV
SAĞLIK GÜNCEL MODA MAGAZİN SİNEMA KÜLTÜR SANAT
DEPREMİ DEĞİL AMA AFETİ ÖNLEMEK MÜMKÜN!
TMMOB İnşaat
Mühendisleri Odası Başkanı Nusret Suna başda olmak üzere üç kişilik yönetim
kurulu, 17 Ağustos Marmara Depremini 23`üncü
Yıl Dönümünde Basın Toplantsı düzenleyerek Türkiye`nin Depreme Hazırlığı,
Sorunlar ve Çözümler şeklinde yönetim
kurulunun ortak bildirimini sundu.
16 Ağustos 2022 Salı günü TMMOB konferans salonunda gerçekleşen Basın Toplantısında
sundukları bildiri;
17 Ağustos`un Yıl Dönümünde
Türkiye`nin Depreme Hazırlığı: Sorunlarımız ve Çözümlerimiz!
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, tarihimizin en acı
depremlerinden 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 23. yılında da temel insan
haklarından olan "Barınma Hakkı"nın tüm yurttaşlarımıza sunulabilmesi
için depremi unutmama, unutturmama ısrarını sürdürmeye, güvenli ve sağlıklı
yapı üretimi sağlanana kadar siyasi iktidarların görev ve sorumluluğunu
hatırlatmaya kararlıdır.
Bugüne kadar depreme karşı hazırlık, yapı güvenliği,
hasar tespiti gibi konularda çokça konuşuldu, bu konular hakkında çokça yazılıp
çizildi. Ancak bir doğa olayı olan depremin ülkemizde her defasında afete
dönüşmesine bir türlü engel olunamıyor. Çıkarılan yasa ve yönetmelikler,
yıllara dayanan çalışmalarla oluşturulan plan ve projeler uygulama aşamasına
geçemeden kağıt üzerinde kalıyor. Ne yazık ki yapılan çalışmalar daha çok afet
sonrası yara sarma düzeyinde kalıyor.
Bir deprem coğrafyasında yer alan ülkemiz tarih boyunca
birçok kez yıkıcı depremlerle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle Marmara
Bölgesinin gerek ekonomik anlamda gerekse sosyo-kültürel açıdan coğrafyamızda
merkez pozisyonunu yüzyıllardır koruması nedeniyle, bu bölgede yaşanan
depremler ciddi sonuçlar doğurmuştur.
Cumhuriyet döneminin gerek can ve mal kaybı açısından
gerekse sosyal ve ekonomik sonuçları açısından en yıkıcı depremlerinden biri 17
Ağustos 1999 tarihli Gölcük merkezli depremdir. 7,4 büyüklüğündeki bu deprem
başta Marmara bölgesi olmak üzere tüm Türkiye`yi etkilemiştir. Ülkemizin
ekonomik anlamda üretim ve ticaret merkezi olan ve yurdun her yerinden göç alan
bir bölge olması nedeniyle bu depremin tüm yurttaşlarımızı doğrudan ya da
dolaylı olarak etkilediğini söylemek mümkündür. Depremde 20 binden fazla
yurttaşımız hayatını kaybederken yaralı sayısı 50 bini aşmıştır. Bölgede
yaklaşık 113 bini yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 365 bin bina hasar
görmüştür.
Ortaya çıkan kayıpların ve hasarın büyüklüğü, deprem
sonrası müdahalede yaşanan sorunlarla birlikte bu depremin etkisi öyle şiddetli
olmuştur ki 2001 ekonomik krizinin önemli sebepleri arasında sayılmaktadır.
Bu kadar büyük sonuçlar doğuran 17 Ağustos Depremi,
depreme bakış açısının değişmesinde bir milat olarak kabul edilmiştir. Yalnızca
deprem sonrası yapılacak müdahaleler değil depremden önce alınması gereken
tedbirler de tartışılmıştır. Plansız-çarpık kentleşmenin ve mühendislik hizmeti
almayan yapıların ne kadar büyük tehdit oluşturduğu anlaşılmış, bu konuda
birçok kurum ve kuruluş tarafından neler yapılması gerektiği konusunda
çalışmalar yapılmış, bu çalışmalar birleştirilerek strateji ve eylem planlarına
dönüştürülmüştür.
Odamızın da bu konuda çeşitli çalışmaları olmuş, deprem
kongreleri, çalıştaylar düzenlenmiş, raporlar hazırlanmış, kamuoyunu
aydınlatacak ve deprem konusunda farkındalığı ve bilinci artıracak çalışmalar
yapılmıştır. Yıllara dayanan çalışmalar sonucunda deprem konusunda sorunlar da
bu sorunların çözümü için yapılması gerekenler de bellidir.
Mevcut Yapı Stoku İyileştirilmeli ve Güçlendirilmelidir
2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konan
ve 2012-2023 yıllarını kapsayan "Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem
Planı"nda (UDSEP) alınan kararların uygulamaya geçirilmesi depreme
hazırlık konusunda en önemli çaba olacaktır.
UDSEP`e göre başta okul ve hastaneler olmak üzere,
Türkiye`deki bina envanterinin çıkarılması ve mevcut yapıların hasar
görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılması planlanmıştır. Oysa
2020 yılında TBMM`de kurulan Deprem Komisyonunun 2021 tarihli raporunda, 2017
yılı itibarıyla bitirilmesi gereken envanter ve riskli yapı tespiti
çalışmalarının 2021 yılı itibarıyla nasıl yapılacağının yönteminin bile
çıkarılamadığı anlaşılmaktadır.
Mevcut yapı stokunun envanterinin
çıkarılması konusundaki çalışmalar hızlandırılmalı, mevcut durum tespit
edilerek acilen güçlendirilmesi veya yenilenmesi gereken binalar belirlenerek
bir plan doğrultusunda yapı stokunun depreme dirençli hale getirilmesi
sağlanmalıdır.
Her Şantiyeye Tam Zamanlı Bir Şantiye Şefi!
Teknik ekiplerin gözlem ve değerlendirmelerinde,
gerçekleşen depremlerde genel olarak binaların yıkılma ve ağır hasar
görmelerinin ana nedenleri olarak;
Malzeme ile ilgili sorunlar,
Donatı detaylandırması ile ilgili sorunlar,
Alt kat kolonlarının göçmesi ile ilgili sorunlar,
Kısa kolon oluşumu ile ilgili sorunlar,
Tasarım, imalat ve kullanım aşamasındaki denetim
eksikliği sorunları gibi ana hususlar tespit edilmektedir.
Teşhis bellidir. Deprem etkileri
nedeniyle oluşan yapısal hasarlar büyük oranda yapıların inşası ya da
sonrasındaki denetimsizlik nedeniyle ortaya çıkmaktadır. O halde yapı üretim
sürecindeki sorunların ortadan kaldırılması yetkililerin öncelikli görevi
olmalıdır.
Yapı üretiminin mühendislik
esaslarına uygun olarak gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli görev şantiye
şefliğidir. Ancak bu görevin usulüne uygun olarak yerine getirilmemesi, inşaat
hatalarını, dolayısıyla deprem hasarlarını büyütmektedir.
Şantiye şefinin görevini tanımlamak
gerekirse; bir yapının fen ve tekniğe, ruhsata esas teşkil eden projesine uygun
olarak inşa edilmesi ile inşaatın iş ve işlemlerinin planlanmasını sağlamaktır.
Bunun yanında işçi sağlığı ve iş güvenliğini şantiye sahasında gözetmek gibi
önemli bir görevi daha bulunmaktadır. Türkiye işçi ölümlerinde dünya çapında en
üst sıralarda yer almaktadır. Şantiye şefliği görevinin hakkıyla yerine
getirilmemesi bu seviyelerdeki işçi ölümlerinin başlıca sebeplerinden biridir.
Tam da bu sebeple biz İnşaat
Mühendisleri Odası olarak sınırlı durumlar dışında, her şantiye şefinin sadece
bir şantiyede tam zamanlı olarak görevlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz.
Yapı Denetim Sistemi
Düzenlenmelidir
Mevcut Yapı Denetimi Sistemiyle
yurttaşların can ve mal güvenliği etik kurallardan yoksun olan serbest piyasa
koşullarına teslim edilmiştir. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunun
öngördüğü sistemde, kamusal bir hizmet olan denetim hizmeti
ticarileştirilmiştir. Denetim sisteminin ticari ilişkilerin belirleyiciliğine
terk edilmesiyle rant ilişkileri, tekniğin, fen ve sanat kurallarının önüne
geçmiştir.
Sağlıklı işleyen bir sistemde
planlama, projelendirme, üretim ve denetim hizmetleri birbirinin tamamlayıcısı
olarak düşünülmeli buna göre de İmar Kanunu başta olmak üzere Yapı Denetim
Kanunu, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve ilgili
tüm Kanunlar ve bağlı yönetmelikleri kamu yararı ilkesi gözetilerek ve bütüncül
bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
Mevcut Yapı Denetim Yasasının
öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık
ve etik değerlere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek
odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir denetim süreci modeli
hayata geçirilmelidir. Bu modellemede proje denetimi ile yapı denetimi
birbirinden ayrılmalıdır.
Kentsel Dönüşüm Kentsel Kıyım Oldu
Devletin asli görevi sağlıklı,
güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir bir çevre oluşturmaktır.
Oysa bugün devlet eliyle "Kentsel Dönüşüm" adı altında mühendislik,
mimarlık ve şehir planlama disiplinlerinin teknik ve bilimsel gereklilikleri
ile toplumun ihtiyaçları, sosyo-ekonomik yapısı dikkate alınmadan rant odaklı
dönüşüm gerçekleştirilmektedir. Kentlerin tarihi ve doğal dokusu yok
edilmektedir.
Bugün başta İstanbul olmak üzere
kentlerimizde yenilenmeyi ve güçlendirilmeyi bekleyen onca yapı varken kentsel
yenileme ve kentsel dönüşüm gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda
hayata geçirilmektedir. Kentsel dönüşüm riskli yapıların dönüştürülmesi
şeklinde değil, rant değeri yüksek bölgelerde yapılaşma olarak
gerçekleşmektedir. Öyle ki boş arsalar üzerinde kentsel dönüşüm yapılmaktadır.
Yıllardır gündeme getirilen ve
olası bir depremin çok daha büyük felakete dönüşmesine neden olacak olan Kanal
İstanbul projesi ölü doğan bir projedir. Marmara bölgesi için bir çevre
felaketini tetikleyecek olması bir yana deprem riski çok yüksek olan kentin
Avrupa yakasını ikiye bölmenin yaratacağı belirsizliklerin neye mal olacağı
bilinmemektedir. Mevcut durumda bile deprem toplanma alanları, ulaşım
güzergâhları yok edilen bir kentin afet müdahale olanakları adeta
engellenirken, bölünmüş bir kentin deprem sonrasında nasıl tepki vereceği de
büyük bir bilinmezliktir.
Depremin afete dönüşmesini engellemenin
yöntemlerinden biri de kentsel yoğunluğu azaltıp kenti dönüştürmektir. Bunun
aksine Kanal İstanbul projesi ile kentin nüfusuna yaklaşık 8 milyon ilave
olacağı, İstanbul nüfusunun 25 milyon, Trakya nüfusunun ise (İstanbul nüfusu
dahil) 40 milyonu bulacağı hesaplanmaktadır.
Bir yandan ülkemizin uzun yıllar
ödeme yapmak zorunda kaldığı/kalacağı yatırımlara büyük paralar harcanırken
diğer yandan ülkenin en işlevli, en gerekli yapıları yok edilmektedir.
İstanbul`un raylı ulaşım bağlantısı bulunan tek havalimanı olan Atatürk
Havalimanı deprem tehlikesi altında bulunan bir kent için stratejik önemde bir
üs konumundadır. Deprem tehlikesi altındaki İstanbul`un bu önemli tahliye ve
ikmal hattının kullanıma hazır durumda tutulması gerekmektedir. Bugün Atatürk
Havalimanının yok edilerek yerine millet bahçesi yapılmasını konuşuyor olmamız
bile akla ve mantığa sığmamaktadır.
İmar Afları Ölüme Davetiyedir
Mevcut yapı stokumuzun belirsizliği bilinen bir
gerçektir. Olası bir depremden nasıl etkileneceği bilinmeyen çok sayıda bina
mevcutken üstüne bir de siyasal iktidarlarca çıkarılan imar afları can ve mal
kayıpları tehdidini büyütmektedir.
Ülkemizde imar afları kaçak yapılaşmanın en önemli
teşvik unsurlarından birisi olmuş, toplumun sağlıklı ve güvenli konutlarda yaşamasını
belirsizliğe sokmuştur. Devletin bir binaya iskan ruhsatı vermesi vatandaşına o
yapıda güvenle oturabileceği yönünde güvence sunması anlamına gelir. Oysa
mühendislik hizmeti almamış bu yapıların, doğa olayları karşısında hasara
uğramaları halinde sorumluluk bu kararı alan devletin, siyasi iktidarın
üzerindedir.
Her seçim öncesi siyasi ikbal uğruna gündeme getirilen
imar affı uygulamalarına son verilmeli, imar affından yararlanan yapılar
denetlenmelidir.
Sonuç Olarak;
Ülkemiz oldukça zor bir dönemden geçmektedir. Ekonomik
anlamda yaşanan kriz koşullarında olası bir büyük depremin sonuçlarının 2001
krizinde yaşananlardan çok daha ağır olacağı açıktır. Üstelik kentlerimiz
öylesine kalabalıklaşmış, plansızlık, kaçak yapılaşma öylesine ilerlemiş, afet toplanma
alanları ranta açılmıştır ki can ve mal kaybı açısından da büyük bir tehlike
bizleri beklemektedir. Başta İstanbul ve Marmara Bölgesi olmak üzere olası büyük bir depremin Türkiye`ye neler
yaşatacağını kestirmek zordur.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası olarak hem yetkili kurum
ve kuruluşlara hem de tüm kamuoyuna seslenmek istiyoruz: Bu karamsar tabloyu el
birliğiyle tersine çevirmemiz mümkündür. Biz İMO olarak tüm bilimsel-teknik
birikimimizle, sahada edindiğimiz tecrübe ve yetişmiş kadrolarımızla, başta
deprem olmak üzere doğa olaylarının afetlere dönüşmesini önleme konusunda görev
almaya hazırız. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi sorunlar da bellidir, çözümleri
de. Yeter ki çözüm için ortaya irade konulsun.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu
yilmazparlar@yahoo.com
Yorumlar
Yorum Gönder